Ege’de “Azerbaycan’ın Karabağ Bölgesindeki Tarihi Alban
Yapıları” paneli düzenlendi
Ege Üniversitesi uluslararasılaşma misyonu
doğrultusunda Türk Dünyasına yönelik farklı konularda bilimsel etkinlikler
düzenlemeye devam ediyor. Bu kapsamda Ege Üniversitesi (EÜ) Türk Dünyası
Araştırmaları Enstitüsü (TDAE) Sosyal, Ekonomik ve Siyasal İlişkiler Anabilim
Dalı tarafından “Azerbaycan’ın Karabağ Bölgesindeki Tarihi Alban Yapıları”
konulu panel düzenlendi. EÜ TDAE Konferans Salonu’nda düzenlenen panele
EÜ Rektör Yardımcısı Prof. Dr. Banu Yücel, EÜ TDAE Müdürü Prof. Dr.
Nadim Macit, akademisyenler ve öğrenciler katıldı. Moderatörlüğünü EÜ TDAE
Türk Dünyası Sosyal, Ekonomik ve Siyasal İlişkiler Anabilim Dalı Başkanı
Prof. Dr. Vefa Kurban’ın üstlendiği panelde, EÜ Birgivi İlahiyat Fakültesi
Öğretim Üyesi Prof. Dr. Bekir Zakir Çoban, Tarihçi Prof. Dr. Rizvan Hüseynov
konuşmacı olarak yer aldılar.
“Azerbaycan siyasal ve ekonomik açıdan büyük bir değişim yaşamıştır”
Panelin açılışında konuşan Prof. Dr. Banu Yücel, “Sizleri Sayın
Rektörümüz ve kendi adıma en içten sevgi ve saygılarımla selamlıyorum.
Bilindiği üzere, Kafkasya, Türkiye’nin yanı başında yer alan, Karadeniz ile
Hazar Denizi’nin arasında bir silsile halindeki Kafkas Dağları boyunca uzanan
stratejik bir coğrafya olarak bilinmektedir. Sahip olduğu cazip konum sebebiyle
tarih boyunca üzerinde farklı hesaplar yapılan Kafkasya, üzerinde büyük
mücadelelerin de gerçekleştiği bir toprak parçası olmuştur. Tarihi, dili, dini ve
etnik gruplar bakımından dünyanın en zengin bölgelerinden biri olan soğuk
savaşı SSCB hâkimiyetinde geçirmiş Kafkasya’da, SSCB’nin çöküşüyle birlikte
1991 yılında Güney Kafkasya kanadından Azerbaycan, Ermenistan ve Gürcistan
bağımsızlıklarını deklare etmiştir. Soğuk savaşın bitimi ile Kafkasya’nın siyasal
ve etnik yapısındaki gelişmeler açısından bir dönüm noktası olmuştur. Özellikle
Rus hegemonyasından kurtulmuş bağımsızlığına yeniden kavuşmuş ve Güney
Kafkasya’nın parlayan yıldızı olan Azerbaycan, uluslararası siyasette egemen
aktör olarak var olmaya başlamıştır” dedi.
Azerbaycan’ın enerji nakil güzergahlarının kesiştiği bir noktada olması
nedeniyle bölge ülkelerin ve küresel güçlerin ekonomik ve politik bir mücadele
alanı konumuna geldiğini ifade eden Prof. Dr. Yücel, “Soğuk savaş sonrası
Azerbaycan siyasal, ekonomik ve askeri açılardan büyük bir değişim yaşamıştır.
Bugün topraklarını işgalden temizlemiş ve toprak bütünlüğünü sağlamıştır. Bu
panelde de kardeş ülke Azerbaycan tarihi, farklı bir bakış açısı ile ele alınacaktır.
Panel konuşmacılarımız yapacakları sunumlarda Azerbaycan’da bulunan Alban
yapılarının bölgedeki etkilerini irdeleyecektir. Panelin verimli olmasını ve
katılımcılarımıza farklı bir akademik bakış açısı kazandırmasında katkı
sağlamasını umut ediyorum” diye konuştu.
“Enstitü olarak Türk Dünyası’nın her meselesini önemsiyoruz”
Enstitü Müdürü Prof. Dr. Nadi Macit, “Türk Dünyası Araştırmaları
Enstitüsü olarak Türk Dünyası’nın her meselesini önemsiyoruz. İlmi esaslara
dayalı olarak tartışmak, paylaşmak istiyoruz. ‘Tarihi Alban Yapıları’ ifadesini
açmak lazım. Çünkü bu konu hassas, bir o kadar da önemli bir konudur.
Albanlar ilk Hristiyan topluluklardan biridir. 26 boydan oluşan bu toplum
yapısında İskitlerin de yer aldığı bilinmektedir. Farklı dönemlerde merkezi
güçlerle işbirliği yaparak Albanlar üzerinde baskı oluşturma, ardından bunları
Ermeni toplumu olarak gösterme, tarihi eserlerini dönüştürme girişimleri
üzerinde durulması gereken bir konudur Çünkü dini temaların iç ve dış
bağlamından kopartılarak politik-stratejik amaçlar için kullanılmasını eleştirmek
din eleştirisi olarak algılanmakta ve istismar edilmektedir. Bazı dini temaları
stratejik hamlelerin eşiği yapma girişimleri tarihin her döneminde yapılmıştır.
Bugün de yapılmaktadır. Hatta bir toplumun dini inançları o toplumun aleyhine
dahi kullanılmaktadır. Bu hususa bağlı olarak Albanları ve Alban yapılarını
tarihi durumu çarpıtarak Ermeni dünya tasavvurunun ve politikasının aracı
yapma girişimini eleştirmek, tarihi gerçeği ortaya koymak Hıristiyanlığı veya
Ermenileri aşağılamak değildir. Türkiye Cumhuriyeti Devleti laik, demokratik
devlettir. Her inanç ve ibadete saygılıdır. Entelektüel ve etik laikliğin gereği de
budur. Eğer bir inanç ve ibadet politik ve stratejik hamlelerin eşiği ve kaldıracı
yapılarak insanların canını, malını tahrip etmenin parçası yapılırsa buna hayır
demek dini ahlakın gereğidir. Böyle bir oluşuma karşı bir eleştiri getirmek, ilmi
bir değerlendirme yapmak zaruridir” dedi.
Moderatör Prof. Dr. Vefa Kurban ise, “Şuşa Ermeni İşgalinden Önce ve
Sonra” başlıklı bir proje ile yola çıktıklarını ve bu projenin bir başka projeye
çığır açtığını söyledi. Prof. Dr. Kurban, proje ile Şuşa şehrinin tarihi yapılarının
incelenmesi, bölgenin kültürü, sosyo-ekonomik ve siyasi yapılanmasına ilişkin
araştırmanın yapılması ve bölgede yapılacak olan restorasyon çalışmaları
öncesindeki son durumun tespit edilmesine yönelik olduğunu belirttikten sonra
hem Azerbaycan Cumhuriyeti sınırları içerisinde hem de bugünkü Ermenistan
Cumhuriyeti’nin olduğu topraklarda, yani Batı Azerbaycan topraklarında çok
fazla Alban yapılarının olduğunun altını çizdi.
“Alban devleti tarih boyunca müstakil ve farklı bir devlet olmuştur”
Panelde sunum gerçekleştiren Prof. Dr. Bekir Zakir Çoban, “Güney
Kafkasya tarih boyunca çeşitli siyasi mücadelelere sahne olmuş bir alandır.
Hıristiyanlık ve İslam öncesinde bölgede Yahudilik, paganizm ve Zerdüştilik
inançlarının mevcut olduğunu biliyoruz. Bu bölgede Hıristiyanlık ise ilk
yüzyıldan itibaren yayılmaya başlayan bir din olmuştur. Ermeniler, Albanlar ve
Gürcüler arasında havariler döneminden itibaren Hıristiyanlığın yayıldığı bu
milletlerce kabul edilmektedir. Bölgedeki Yahudiliğin de burada Hıristiyanlığın
gelişmesinde önemli bir etkisi bulunmaktadır. Özellikle Ermeniler ve Gürcüler
kendilerini Nuh peygamberin soyuna dayandırmaktadırlar. 4’üncü yüzyılın
başlarında Milan fermanıyla Hıristiyanlığın Roma İmparatorluğunda serbest
bırakılması bu bölgeyi de etkilemiş ve kısa süre sonra Ermeniler ve Albanlar
resmi dinleri olarak Hıristiyanlığı belirlemişlerdir. Fakat Kadıköy Konsili
sonrasındaki monofizit-diyofizit ayrılığında Albanların çoğunluğu diyofizit
inanca, Ermeniler ise monofizit inanca bağlı kalmıştır. Tarihi çoklarınca
bilinmese de Alban devleti milattan önce 4’üncü yüzyıldan, bölgenin Arap
hâkimiyetine girdiği 8’nci yüzyıl başlarına kadar Güney Kafkasya’da, şimdiki
Azerbaycan topraklarında hüküm sürmüş bir devlettir. Alban Kilisesi veya
Kafkas Alban Kilisesi de miladi 4’üncü yüzyıldan itibaren bu bölgede varlık
göstermiştir. Ne var ki Hıristiyan Albanlar özellikle İslam hilafetinin desteğini
alan Ermenilerce 8’inci yüzyıldan itibaren Gregoryenleştirilmeye çalışılmış,
daha sonra Rus Çarlığı döneminde ise yine Ermeni Kilisesinin tahakküm
çabalarına maruz kalmışlardır. Her dönem Karabağ bölgesini de içine alan
Albanya, Ermenilerin gözünde her daim büyük Ermenistan hayalinin bir parçası
olduğundan, Ermeni Kilisesi ve devleti öncesinde de işgal döneminde de
özellikle Karabağ’daki Alban yapılarını, hatta bölgedeki tüm kültürel mirası
kendine maletmek yönünde bir propaganda gütmektedir. Oysa Alban devleti
tarih boyunca müstakil ve farklı bir devlet olduğu gibi Alban Kilisesi de Ermeni
Kilisesinden önce kurulmuş ve kendine has inanç ve uygulamaları olan bir
kilisedir” dedi.
“Gandzasar Manastırı, yüzyıllarca Alban patriklerinin merkezi olmuştur”
Azerbaycan’dan gelen Kafkasya Tarihi Merkezi Başkanı Prof. Dr. Rizvan
Hüseynov ise Azerbaycan’ın Doğu Zengezur bölgesinde bulunan Alban
Gandzasar (Ganjasar) Manastırı’nın bazı epigrafik yazıtlarına ilişkin bilimsel bir
çalışmanın başlangıç sonuçları ile ilgili bir sunum gerçekleştirdi. Prof. Dr.
Rizvan Hüseynov, Gandzasar Manastırı’nın, yüzyıllarca Alban patriklerinin
merkezi olduğunu vurgulayarak 19’uncu yüzyılın başında Çarlık Rusya’nın
Kafkasya’ya gelmesinden sonra Alban Bağımsız Kilisesinin kapatıldığını ve mal
varlığı, el yazmaları ve cemaatinin ise Etchmiadzin Ermeni Kilisesi’ne
devredildiğinin altını çizdi. Prof. Dr. Hüseynov, “Gandzasar Manastırı birçok
onarımdan geçmiş ve değişikliklere uğramış ve bu nedenle epigrafik yazıtların
büyük bir kısmı yok edilmiş veya değiştirilmiştir. Kafkasya Tarihi Merkezi,
Gandzasar’ın bazı epigrafik yazıtlarının önceki ve şu anki durumunun
karşılaştırmalı bir analizini gerçekleştirmiş ve araştırma sonuçlarını tebliğ
etmiştir. Orta Çağ’da monofizitizmi kabul eden Türkler tarafından oluşturulan
büyük bir Türk mirası ve epigrafi katmanı keşfedilmiştir. Bu Türkler,
Karabağ’daki Alban Haçen Prensliği’nin temellerini atmış ve Gandzasar’da
ruhani bir merkeze sahip olmuşlardır. Gandzasar, uzun yıllar boyunca Alban
patriklerinin makamının bulunduğu yerdir. Analiz, bir dizi arşiv malzemesi ve
yabancı yazar çalışmasının incelenmesine dayanarak gerçekleştirilmiştir. Alban
Gandzasar Patrikhanesi tarihine kısa bir giriş niteliğindedir” dedi.
Panel sonunda Prof. Dr. Banu Yücel katılımcılara günün anısına istinaden
“Teşekkür Plaketi” ve hediye verdi.
Kaynak: (BYZHA) Beyaz Haber Ajansı
Bir yanıt bırakın